Wednesday, September 2, 2015

Sinemalastirsak da mi saklasak sinemalastirmasak da mi saklasak?

Gecenlerde yakin bir dostumla oturmus kitap analizi yapiyoruz. Kac zamandir bana okumam icin israr ettigi kitaba sonunda baslamis ve nerdeyse bitermek uzereydim. Sabahattin Ali'nin klasiklesmis romani "Kurt Mantolu Madonna". Her zaman ilgimi cekmis olmasina ragmen bir turlu okumaya firsat bulamamistim. Kitap gercekten de bir harika ama benim burda sizinle paylasmak istedigim kitaptan ziyade dostumla olan konusma.

Kendisi kitaba bayildigindan her seferinde 'sunun bir de filmi cekilse cok guzel olur.' deyip duruyordu. Kitaba okumaya baslayinca bana da sordu 'mantikli degil mi alla askina, muthis bir film olur bence. Hem zaten kisa da bir roman ne kadar kotu bir uyarlama yapilirler ki?'

Benim cevabim ise hazirdi. Kesin ve net: HAYIR. Neden mi? Bunu da baska bir kitabin uzerinden anlatacagim, Bu sefer de baska bir dostumla oturmus hayatimizda iz birakan romanlar hakkinda konusuyoruz, Benimkisi belli. Dostoyevski'nin "Suc ve Ceza"si. O zamanlar kendimi dunya klasiklerini okumaya vermistim, Ne kadar da hala eskisi kadar bazi klasikler zevk vermese de kararim degismis degil. Hayatimda iz birakmistir o kitap. Dostumun secimi ise benimkinden cok farkliydi. Konustugumuz donemin hem entellektuel kesimi tarafindan hem de populist kesimi tarafindan ilgi goren Pascal Mercier'in "Lizbon'a Gece Treni". Dostlarimin dediklerine onem veren bir insanimdir. Konusmamizin uzerinden uzun zaman sonra da olsa kitabi okudum ve kitaba bayildim. Bir taraftan elimden birakamiyor ama bir taraftan da az az okuyup uzerinde cok cok dusunuyordum. Ustelik kitabi okurken sanki ikinci bir kitap okuyormus gibiydim cunku kitabin bas karakteri bilmedigi bir dilde yazilmis bir kitabin arkasindan yazarin hayatini ogrenmek icin onun yasadigi ulkeye gidiyor ve biz de okuyucu olarak bir taraftan bas karakterin basina gelenleri okuyoruz bir taraftan da bazen sayfalarca bas karakterin okudugu bu kitabi bizzat okuyoruz. Zaten iste bu kitapta yazilanlar cok enterasan, adam filozof gibi hayatla ilgili dusuncelerini, insan iliskilerini inanilmaz guzel bir dille anlatiyor.

Aslina bakarsaniz bu yazinin konusu bu kitap da degil. Neyse tavsiye ederim, okuyun deyip asil meseleye geliyorum. Eh bildiginiz uzere "Lizbon'a Gece Treni"nin filmi de cekildi. Gecenlerde esimle seyrettik. Normalde inanilmaz kizarim yonetmene/senariste kitabi iyi bir sekilde uyarlamadiklari zaman, fakat bu sefer cok sakindim. Filmi kitabi kendime hatirlatmaya calisarak degil tam tersi unutmaya calisarak seyrettim. Kucuk bir aydinlanma yasadim bu konuda. Oncellikle kitabi okurkenki his kesinlike sinemada verilemez. Tasvir sevmesem bile betimlemeler yapilirkenki o goruntuyu canlandirma ani sinemada yoktur dolayisiyla siz yonetmenin canlandirmasini gorursunuz bir nevi hazir yemek bulmus gibi olursunuz. Ikincisi ozellikle "Lizbon'a Gece Treni" gibi kitaplarin ("Kurk Mantolu Madonna" da bu kategoriye girmektedir.) amaci aslinda oykuyu anlatmak degil, okuyucuya birseyler katmak, onlara yazarin dusuncelerini anlatmaktir ki sinemada bunu da yapmak nerdeyse imkansizdir. Ornegin, filmde kitabin icindeki kitaptan sadece birkac cumle havada ucustu, bunlarin hicbirine gercekten dusunecek zaman yoktu ve unutuldu gitti. Oysaki ben kitabi okurken hem bunlari sayfa sayfa okudum hem de bazi yerlerde kitabi kapatip kendime zaman verdim dusunmek icin. Ucuncu olarak da bazi duygular vardir kitapta bu  duygular sayfalarca anlatilabilir ve okuyucu da bunlari okurken en derinine kadar teninde hisseder oysa ki bu ayni duygular dunyanin en iyi oyuncusu tarafindan bile tam anlamiyla ekrana yansiyamaz cunku ilk ve ikinci nedenler devreye girer. Birincisi sinemadaki aslinda bi baskasinin (yonetmenin/senaristin/oyuncunun) duygularidir ve size hazir olarak onunuze gelir ve sizin hayal gucunuzu kisitlar. Ikincisi ise sinemada zaman azdir ve oyuncu en iyi performansiyla bile o duyguyu en fazla 1-2 dakika ekrana tasiyabilir.

Kisacasi ben iste size saydigim bu nedenlerden dolayi sevgili dostuma kocaman bir HAYIR cevabi verdim ve bu yuzdendir ki artik kitap uyarlamasi filmlere kizmiyorum. Filmi kitaptan ayri bir sekilde elestirmeye calisiyorum. Hem zaten yonetmen kitabi harfi harfine sinemaya aktarsa nerde kaldi sinemanin sanat kismi degil mi? O zaman yonetmenin ve senaristin hayal gucunu, basarisini nasil takdir edecegiz?

Dolayisiyla size de sorum bu? Sinemalastirsak da mi (su beynimizde) saklasak yoksa sinemalastirmasak da (kitabi okuyarak) mi saklasak? Benim secimim ikincisinden yana. Insan beyni bu kadar ozgun senaryolar yazabilme kapasitesindeyken birakalim kitaplar kitap kalsin.